Bir arkadaşım vardı. Cırıl cırıl sürekli bebelerine bağırırdı. Ne zaman onlara gitsem kafam tutar, üç gün yatardım. 2-3 yaş aralı üç çocuğu vardı. Bir ona bağırırdı, bir buna, bir de ötekine. Büyük kız okula gidince öğretmeni “Siz buna evde çok mu bağırıyorsunuz?” demiş. Benim arkadaş utanmış, “Nereden anladınız?” demiş, “E bağırmadan hiçbir şey yapmıyor ki,” demiş. Sahiden de ismini normal söyleyince çocuklar tepki vermiyordu. Bağırınca kafalarını kaldırıyor, ama yine de denileni yapmıyor, canhıraş bir feryat sonrası uflaya puflaya denileni yapmaya yöneliyorlardı. Aman ne kınadıydım o arkadaşı! Bugünleri önceden görsem hiç kınar mıydım sanki!
Ben özellikle başkalarının yanında, hele de sokakta, çocuğuna bağırana sinir olurum. (Öhöm, hemen düzeltiyorum, sinir olurdum, artık değil! Şimdi bağrıma basasım geliyor o anaları.) Hep cool bir anne olmak istemişimdir. Hemen kafanızda bir resim oluşsun diye örneklendiriyorum durumu: Efendim, bebek arabasıyla parka gitmiş, bebelerini arabadan indirmiş, bebeler sevinç çığlıklarıyla salıncakta sallanıp kaydıraktan kayarken, hemen ilerilerindeki bankta kitabını okuyup, ara ara yüzünde mutlu bir tebessümle çocuklarına bakarak çayını/kahvesini yudumlayan anne. Şimdi yine kafanızda canlandırasınız diye benim durumumu anlatıyorum: Bebek arabasıyla parka gitmiş, arabadan indikleri an çil yavrusu gibi dağılan bebelerini toparlayabilmek için cırıl cırıl bağıran, “Oğlum lan dikkat et,” “Aman kızım orada ne işin var?” diye bir oraya bir buraya koşan, dili dışarıdaki anne.
Peki bu günlere nasıl geldik? Efendim, bebeleri bağırmadan yetiştirmek için okunması gereken her kitabı okudum. (Şimdi lafı uzatmamak için o kitaplara değinmiyorum, bir ara yazarım.) Denilen her şeyi uyguladım. Örnek vereyim: güzel işlerini övdüm, kötü işlerde yeri geldi görmemezlikten geldim, yeri geldi ceza verdim, bir lafı sadece bir kere söyledim, otuz kere tekrar etmedim… Ama döndüm dolaştım yine cırıl cırıl bağıran biri oldum. Dün bebelerimi dışarı çıkardım. Hemen ilerimizde bir su birikintisi vardı. Bebeler ona doğru koşmaya başladı. Ben de hemen duruma el koyayım dedim. Bakın ortaya nasıl bir monolog çıktı:
“Anneciiim, haydi parka gidiyoruz, gelin buraya.”
“Anneciiiimmmm, haydiiii, parkaaa.”
“Ballarıııımm size diyorum.”
“Aaaaaaaa parkta ne varmış?!”
“Kızıııım, oğluuum size diyorum, gelin buraya.”
“Kızıııııııııııııııııııııımm, oğluuuuuuuuuuuuuuuuuuum geliin!”
“Alooooooooooooooooo kime diyorum?? Gelin len buraya.”
“Çekilin o suyun kenarından, bakın gidiyorum haa.”
“Gidiyorum diyorum huuu.”
“Hayır, sakın girmeyin o suya.”
“Suya girmeyin alooo, suya girmeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeee”
“Çık o sudan, çıııııkkkkkkkkkkkkkkk, bir daha dışarı çıkarmam seni.”
“Geberticem valla sizi, çıkın o sudan.”
“Hayır!!!! Suda zıplamak yok, bak vallahi eve götürürüm.”
“Ulen eşşekler, kafanıza kadar ıslandınız, el kadar suda. Çıkın çabuuuukkk! Gebertirim.”
“Çıkın ulen çıkııııııııııın. Gebertcem siziiiiii”
Sonuç: Elbette çıkmadılar. Ben etraftakilerin şaşkın bakışları arasında, bir karış suya balıklama dalan bebeleri kollarından tutup onların tepine tepine bağırmalarına aldırmadan sürüyerek olay mahallinden uzaklaştırdım. Fırlayan tansiyonum beş saat normalleşmedi. Hani ne oldu benim hayalimdeki cool anneliğe? Nasıl geldik len buraya?